3 Kasım 2014 Pazartesi

1.1

            Nasıl devrildiğimi hatırlayamıyordum fakat gözlerimi açabildiğimde hafızamın büyük bir kısmı yerine gelmişti. Bağımlılık yaratan gözleriyle beni inceliyordu.

            “İyi misin?”

          “Bilmem, iyi miyim?” tam da insanların akşam eğlencesi olduğumu düşünürken, etrafımda olan biteni ufak bir göz gezdirmesiyle yorumlamıştım. Eğlenmişler gibi gözükmüyordu, endişeli bakışlar vardı. Sanırım düşerken kafamı o gereksiz tümseklerden birine vurmuştum. Kafamı ona tekrar çevirdiğimde aynı gülümsemeyle tekrar karşılaşmıştım. Biraz utancımın verdiği toparlama çabasıyla, biraz da başımın arka tarafındaki acının verdiği anlamsız gazla yerimden doğrulmaya başladım.

            “İstersen biraz otur orda evladım, direk kalkma bak başın döner düşersin.” dedi yaşlı bir teyze. Kafamı ona çevirdiğimde anneannemle olan bire bir benzerliği biraz korkutmuştu. Kafamı halüsinasyon görecek kadar sert vurduğumu sanıp biraz da olsa strese girmiştim fakat teyze git gide farklı bir insana dönüşüyordu.

            “İyiyim teyze, teşekkür ederim.” iyi değildim, her geçen saniye başımın arkasındaki ağrı artıyordu ve başımın her yerine bir virüs gibi yayılıyordu.

            “Bence de biraz otursan iyi olur.” çantasından çıkardığı pet şişeyi uzattı. Suratına aptal aptal baktım. Beynimdeki tüm düşüncelerim onunla olan herhangi bir etkileşimimde yok oluyordu.

            “Merak etme, herhangi bir hastalığım yok ama biraz ruj izi olabilir.” dedi gülümseyerek.

            “Sorun olmaz, teşekkür ederim.” gülümsemesine karşılık verdim. Bir yudum su aldıktan sonra, sanki basit bir şekilde düşmüşüm gibi ani bir hareketle yerimden doğruldum. Şişenin ağzını kapatırken kısa biz göz teması sonrası gülümsememi kaybetmeden:

            “Tekrardan teşekkür ederim.”

            “Rica ederim.” dedi yanakları kızarmış bir şekilde. Sanırım şişeyi ona verirken gerçekleşen ufak parmak temasları yüzündendi. Başımı çarpmanın yarattığı bir şey de olabilirdi, kurguluyor da olabilirdim.

            “Rujunun tadı güzelmiş, kolalı mıydı?” bunu dediğime kendim bile inanamadım. Bu cümleyi ergenlik zamanlarımdan çıkartan bilinçaltıma güzel bir küfür armağan ettim. Normalde söyleyeceğim şeyi söylemeden hemen önce, ufak bir zaman dilimi içerisinde değerlendirip öyle söylerim. Bunu yapmamın en büyük sebebiyse babamın bana küçükken verdiği öğütlerdi. Fakat aldığım darbe yüzünden olsa gerek, bu özelliğimi kaybetmiştim.

            “Evet kolalıydı.” dedi gülerek. Açıkçası şaşırtıcı bir sonuçtu.

            “Aslında ruj değil, parlatıcı. Normalde sürmem.”

            “Şanslıymışım çünkü güzel bir aroması vardı.” bilinçaltım kontrolü ele almaya başlıyordu. Söyleyeceğim şeyi biliyordum fakat ağzımdan çıkması benim tercihimde değildi.

            “Neden sürdün peki?” beni ilgilendirmeyen şeyleri sormaya başlamıştım ve benim açımdan korkutucu bir hal almaya başlamıştı.

            “Farklılık olsun diye sürmüştüm. Ama sana kısmetmiş.”

            “Dolaylı yollardan da olsa…” kendimi susturmuştum çünkü yüzümdeki kızarıklığı sakallarım kamufle ederken, kulaklarım için aynı şeyi söylemek çok zordu. Nar gibi kızardıklarını hissedebiliyordum. Kendimi çıplak bir halde baş aşağı kuma gömülüp öylece bırakılmış biri gibi hissediyordum.

            “Kafanı vurmadan önce de bu kadar komik miydin?”

            “Şu an nasıl hissettiğimi anlatsam sanırım sen de yuvarlanıp kafanı bir yere vurabilirsin.” şimdi sıçtım.

            “Kulaklarından az çok belli oluyor.” dedi gözleriyle kulaklarımı işaret ederken. Sebebini sormadığı için sevinmiştim. Sorsaydı sanırım o muhabbetin olasılıklarındaki en büyük paya ‘kasıklara tekme’ sahip olurdu.

            “Ben R.” dedim elimi uzatarak. Önce elime, sonra da gözlerime baktı.

            “Ben de Ada, memnun oldum R.”

            “Nerede ineceksin?”

            “Mecidiyeköy, sen?”

            “Ben de orda ineceğim.”

            “Şey diyecektim, böyle kuru kuruya teşekkür etmek içime sinmedi. Müsaitsen yani biraz zamanın varsa bir kahve ısmarlamak isterim.”

            “Seni pek tanımıyorum. Hem çoğu insanın yapacağı şeyi yaptım, basit bir teşekkür de yeterli oldu.” dedi hafif bir gülümsemeyle.

            “Utanınca kulaklarımın kızardığını biliyorsun.” baya ucuz bir ikna cümlesi de olsa elimde olanı en iyi şekilde kullanmaya çalışıyordum.

            “Sen de beni tanımıyorsun.” biraz ciddileşmiş gibiydi.

            “Nadir olarak kolalı parlatıcı kullandığını biliyorum.” normalde ısrarcı biri olmadığımı biliyordum. Söylediklerimin büyük bir kısmı benden bağımsız şeyler olduğu için bilinçaltımda ‘cılkını çıkarma’ kalıbının yer almadığını son söylediğim şeyden sonra fark etmiştim.

            Başını aşağı doğru eğmişti. Saçlarının bir kısmını sol kulağının arkasında toplarken ufak bir gülümseme belirmişti yüzünde. Dikkati dağılmışken gülümseyişini izlemek uyuşturucu etkisi yaratıyordu. Bana doğru dönüp:

            “Bu akşam maalesef vaktim yok.”

            “Anladım.” moralim normalden biraz daha fazla bozulmuştu. Sokaktan geçen herhangi biri bunu rahatlıkla anlayabilirdi, onun da anlaması fazla zaman almamıştı.

            “Ama…” dedi ellerine baktıktan sonra,

            “Yarın tüm gün boşum. Yarın Çarşamba, değil mi?”

            “Değilse bile oldururum.” dedim gülerek.

            “Her Çarşamba evde çello pratiği yapıyorum. Bir zaman sonra monotonlaşmaya başlıyor ve doğal olarak insanı bunaltıyor, her ne kadar sevdiğin bir şeyi yapsan da.”

            “Anlayabiliyorum. Ben bile boş günlerimde bilgisayar oynamaktan sıkılıyorum.”

            ‘Şişli-Mecidiyeköy’

            Çantamı yerden aldıktan sonra hafif bir göz kararması yaşadım. Başımı çarpmamla bir alakası yoktu, çoğu zaman olan bir şeydi ama bir süre dengemi sağlamakta zorlandım.

            “İyi misin sen?”

            “İyiyim, sanırım tansiyonum düştü biraz.”

            İndikten sonra sırtını ve bir ayağını billboardlara yaslayıp:

            “Şimdi bana numaranı veriyorsun, yarın da beni monotonluğumdan kurtarıyorsun sevgili R.”

            “Tamamdır.” sürekli  gülümsüyordum, istemsiz bir şekilde ya da o bir şey söyledikten sonra.

            “Mesaj attım, numaramı kaydedersin.”

Sanırım birkaç dakikadır orada duruyordum. Uykuya dalmadan önce bile böylesine yoğun hayallere dalmamıştım. Zaman kavramım tamamen yok olmuştu. Olaylar birbirine karışmıştı, her şey birbirine karışmıştı.

“R, iyi misin?” yüzünde meraklı ve biraz tırsmış bir ifade vardı çünkü birkaç dakikadır gözlerinin içine bakar haldeydim ve hayaller dünyasındayken bunu fark etmem baya zordu. Onunla geçirdiğim sınırlı zamanımın her saniyesi gözlerimin önünden bir kez daha geçmişti.

“Kendini tanımaya mı çalışıyordun?” dedi gülerek.

“Anlamadım?” en son ne dediğimi unutmuştum.

“İyi hissetmiyorsan aileni arayalım. Başını baya sağlam çarptın. Beş dakika önce söylediğin şeyi bile hatırlayamıyorsun.”

“Bundan beş dakika öncesini hatırlayamamam gülüşünü de hatırlayamadığım anlamına gelmez, biliyorsun değil mi?” neden ve hangi amaçla bu soruyu yönelttiğimi bilinçaltıma sormaya kalkarsam tekrar düşüncelere dalacağımı bildiğimden sadece söylediğim şeyden sonra yüzünde oluşan gülümsemeye odaklandım.

“Çok güzel güldüğünü söyleyen olmuş muydu?” ne kadar fazla sorgusuz bilinçaltı kullanımı, o kadar az ruhani yolculuk.

“İyi geceler.” yine aynı şeyi yapmıştı, saçlarını sol kulağının arkasında toplarken gülümsemişti. Kısa bir süre içerisinde üzerimde garip bir etki bırakmıştı.

Tek kelime edememiştim. Ağzım açıktı fakat dilim dönmek bilmedi. Onu izlemekten daha zevkli bir şey varsa, o da onunla konuşmaktı. Neden bir şey diyemediğimi ilk seferinde anlamlandıramamıştım fakat kendimi ona kaptırmış bir haldeyken yakaladığımda bazı parçalar yerine oturmaya başlamıştı; onu istiyordum. Sadece o anda takip ettiğim kalçalarını, yürürken attığı adımlarının mükemmeliyetini değil; tamamıyla, her şeyiyle istiyordum. Rüzgarın saçlarını gelişigüzel dağıtışını, geceleri rüyasında neleri sayıkladığını, ilk kez hangi filmi izlerken ağladığını, en büyük hayal kırıklığının ne olduğunu, şaka gibi ama sabah gözlerini ilk kez açtığındaki kokusunu bile merak ediyordum. Bir sigara yaktıktan sonra elimi cebime atıp gelen mesajı okumaya koyuldum. Saat 12’de Taksim’de buluşacaktık.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder