Düşüncelerimi toparlayamıyorum. Hayallerim, duygularım,
arzularım bir olup saldırıyor düşüncelerime, beynimde tam anlamıyla bir katliam
süregeliyor. Kafamı dağıtma eylemlerimse, çoğunlukla kendimden kaçmam için
yarattığım mini hikaye tadında yalanlarla başlıyor. Ne kadar acınası bir durum…
Ne zaman başladığını tam olarak hatırlayamıyorum fakat beynimi kemiren asıl
şey, bu saçmalığın ne zaman biteceği.
Bugün tam
olarak istediğim fiziki özelliklere sahip bir kadınla, biraz da olsa konuşma
fırsatım oldu. Siyah olması gereken saçları kızıldı, gözlerinin yeşili öylesine
canlıydı ki, eğer bir cennet varsa, içindeki her şey o tonda olmalıydı.
Dudakları ne ince, ne de kalındı. Fakat bu sıradanlığı dudaklarının
göğüsleriyle olan uyumu yok ediyordu. Göğüsleri dudaklarından diriydi, öylesine
mükemmel bir orantı sağlanmıştı ki bakmaktan onlara dokunmayı düşünmeye vaktim
olmamıştı. Göğüslerinin arasında kalan kolyenin taşıdığı anlamı sorabilmem için
kolyeye iliştirilmiş şeyi görebilmem lazımdı fakat tahmin edilebileceği gibi
bir çift simetri harikası göğüs tarafından esir alınmıştı. Fit birine
benziyordu. Bu düşünce aklımda kısa bir yol kat ettikten sonra t-shirt’ünün alt
kısmına attığı bir düğüm düşüncemi doğrulamış oldu. Giydiği kot şortun biraz
düşük belli olmasından kaynaklı, iyice belirginleşen vücut hatları usta bir
ressamın fırçasından çıkmaydı. Tüm ince ayrıntılarını ezberletecek bir cazibesi
vardı. Bacakları pürüzsüz, göğüsleri kadar düzgün ve simetrikti. Dudaklarını
her yalayışında benimkiler biraz daha kuruyordu. Tesadüfi olarak alnından akan bir
damla ter, boynundan göğüs kıvrımlarına doğru düzgün bir yol aldı. Göğüslerinin
arasından sıyrılmayı başararak kasıklarına doğru yoluna emin bir şekilde devam
ediyordu, ta ki o parmak uçlarıyla hafif bir müdahalede bulununcaya kadar. O
damlanın aldığı yolu izlemek sanırım izlediğim çoğu şeyden binlerce kez daha
güzeldi. Müdahaleden hemen sonra gözleriyle baş başa bırakmıştı beni. Kendimi
kaybetmem saniye sürmedi, bir şeyler söylemezsem dudaklarına kıyma ihtimalim
bile, yerimde olacak herhangi bir kimseyi tahrik etmeye yeterdi. Utancımdan
kafam yavaşça yere doğru eğilirken, gözlerim bir saniyeliğine de olsa tekrardan
göğüslerine takılmıştı. Saniyeler akarken bir şeyler düşündüm fakat kafamı
kaldırmamla beraber kurulan ani göz teması beynimde adeta yeni bir tür katliama
sebep oldu. Gülümseyişi cazibesinden dolayı mı güzel geliyordu yoksa başka bir
sebebi mi vardı, artık ayırt edemiyordum.
“Kendini
tanıyor musun?” diyebildim kısık bir sesle.
“Bilmiyorum.”
Şaşırmış gibiydi. Onu bir yere davet edeceğimi sandığından mı, hayatı boyunca
böyle bir soruyla karşı karşıya kalmadığından mı yoksa nasıl bir geri zekalı
olduğumu düşündüğünden mi anlayamadım ilk seferinde. On beş dakika öncesine,
onunla ilk konuşmamızın beş dakika öncesine dönmüştüm. Aynı metrobüs durağından
yola çıkmıştık ve tahmin edilebileceği gibi oturacak yer kalmamıştı. Körüklü
kısımda iki kişinin sığabileceği yer vardı. Yere yuvarlanıp insanların akşam
eğlencesi olma fikri bile, ensemden şaplak yemişe çevirdiği için adımlarımı her
seferinde yavaş yavaş atıyordum. Sigaramı söndürme, içimdeki dumanı üfleme,
parmaklarımda çevirdiğim çakmağımı cebime koyma ve yavaş adım atma olaylarında
geçirdiğim saniyeler yüzünden çoğu zaman oturma şansımı kaybetmişimdir.
Yetişmeye çalıştığım(!) derslerin ilk on dakikasını sırf bu tarz şeylerden
kaçırıyordum. Bir bakıma istemeden ritüelim haline gelmişti.
Adımlarımı
yavaş yavaş atarken iki veya üç defa göz göze gelmiştik. Yabancısı olmadığım
fakat elimden geldiğince bastırmaya çalıştığım ‘Güzel bir kadının yanına
gidiyorum.’ düşüncesi kesinlikle bilinçaltımın bir ürünüydü. Sırt çantamın sol
askısını çıkartıp, çantamı yavaşça bacaklarımın arasına bıraktım. Çok kısa bir
süre içinde on kilo kaybettiğimden dolayı pantolonum sürekli aşağı düşüyordu.
Kilo vermenin kötü taraflarını açıkçası önceki zamanlarımda hiç düşünmemiştim. Yukarı
çekip, sabit durmama rağmen metrobüsün girip çıktığı ufak çukurlar yüzünden
pantolonumu tekrar tekrar çekmem gerekiyordu. Kulağımdaki kulaklığı ve yanında
durduğum kadını bir anlığını unutup okkalı bir küfür mırıldandım. Telefonumu pantolonumun
cebinden çıkarırken, pantolonumu tekrardan yukarı çekeceğimi hatırlamak beni
anlamsız bir şekilde çileden çıkarmaya yetmişti. Saate bakmak için kafamı
metrobüsün durakları gösteren ekranına çevirdiğimde gözüm ona çarpmadan
edemedi.
Başı hafif
aşağı doğru eğikti, gülümsüyordu. Gözümün ona çarptığını fark ettikten kısa bir
süre sonra utanıp kafamı çevirdiğimden, ilk göz çarpmasında gülüşünü
izleyememiştim. Gülümseyişini gördükten sonra istemsiz olarak bir gülümseme
düşmüştü ağzımın en orta yerine. Gülümsememi gördükten hemen sonra başka yöne
baktı, saçlarını düzeltişinden biraz da olsa utandığını anlamıştım. Ya da öyle
sanıyordum.
Yüzümdeki
gülümse zamanla silinirken, cebimden zar zor çıkardığım telefonumdan genelde
kitap okurken dinlediğim şarkıları içeren çalma listesini açtım. Telefonumu
dikkatli bir şekilde cebime koyduktan sonra pantolonumu, bu defa içimden
küfrederek, bir kez daha düzelttim. Kafamı ona doğru kasıtlı olarak çevirip ne
yaptığına baktım. Gülümsüyordu, sanki her gülümsediğinde bu olayı mükemmeliyete
bir adım daha yaklaştırıyordu. Tekrardan anlamsız bir duygu kargaşası içinde
kaybolurken, mesajlaştığını fark etmem zaman almıştı. Çantama eğilip yeni
aldığım ve garipsemediğim bir hevesle okuduğum Yüzüklerin Efendisi serisinin
ilk kitabını çıkardım. Tam doğrulurken metrobüsün yaptığı ani bir frenle
yanımda bulunan, güzel gülüşlü hatunun ayaklarına devrildim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder